1 Mart 2012 Perşembe

Stanley Kubrick - Tanrının Kamerası




"Dünyayı taklit eden bir yönetmen değil, sinema perdesinde kendi dünyasını yaratan yönetmen”olarak tanımlandırabileceğimiz ve bu eşsiz yönüyle kimselere benzetilemeyecek olan Stanley Kubrick kariyerine fotoğrafçılıkla başlar. Fotoğrafçılık başarısını kanıtlayan ve New york'un Look dergisinde kısa sürede başarılı işler çıkaran Kubrick kendisine daha iyisini yapabileceğini inandırdığı için yönetmenliğe kendi çabalarıyla adım atar.
Sinema konusundaki hırsını bu kararıyla kanıtlayan Kubrick’in Fear and Desire ve Killer's Kiss  maceraları ise ne sinema için ne de Kubrick için hiçbir başarıyı barındırmaz. Kubrick bunun ardından ortaya inatçılığını da koyar. Pes etmeyecektir. The Killing ile kendisini ispatlar. Paths of Glory ve Spartacus ise onun iyi yönetmenler arasındaki yerini almasını sağlar.

"Hayatın anlamsızlığı, insanı kendi anlamlarını yaratmaya zorlar" diyerek kendi anlamlarını yaratmaya devam edecek olan usta 1960’lı yıllarda Lolita filmini çekmek üzere İngiltere'ye gider, yaşamının geri kalanını da bu ülkede geçirir. Dr. Strangelove ile sinema tarihinin önemli başyapıtlarından birini yaratır ancak Stanley Kubrick'i 20. yüzyılın en önemli yönetmenlerinden biri yapan filmler hiç kuşkusuz, 2001: A Space Odyssey ve A Clockwork Orange'dır.

William Makepeace Thackeray'in bir romanının sinemaya uyarlanması olan Barry Lyndon, Jack Nicholson'ın oynadığı The Shining, yaklaşık 7 yıl çalıştığı savaş filmi Full Metal Jacket Kubrick efsanesini sürdüren filmler olurlar. Sonra tam 12 sene ortalıklarda gözükmez Tanrının Kamerası. Arthur Schnitzler'in Traumnovelle romanından uyarlanan ve Tom Cruise ile Nicole Kidman’ın oynadıkları Eyes  Wide Shut filmini 1999 yılında  bitirdikten birkaç gün sonra ölen Kubrick, Childwickbury Manor, Hertfordshire, İngiltere'de toprağa verilir.


Stanley Kubrick’in filmlerine göz atıldığında ustanın yarattığı sinema evreninin büyüklüğü, ve ihtişamı daha da iyi ortaya çıkacaktır sanırım.

Henüz 28 yaşındayken, parçalı senaryo sarmalı ile oluşturduğu ve iyi yönetmenliğe ilk adımı olan filmi The Killing (1956)

Savaşın arka penceresindeki gerçek kurbanları yansıttığı ve yönetmenliğini giderek büyükleştirdiği Paths Of Glory (1957) 

Kirk Douglass ile beraber yaptığı ve bundan sonrası için önemli dersler aldığı Spartacus (1960)


İngiltere macerasına başlamasına neden olan Nobakov uyarlaması Lolita (1962)

Kara-mizah/komedi türünün çoğu kimselere göre hala aşılamamış eseri Dr Strangelove or How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb(1964)

Bilimkurgu türünün en derin ve en iyi filmi olarak görülen ve bazı kısımları hala çözülemeyen 2001: A Space Odyssey (1968)

Henüz bir ad konulamayan ama tüm türlerin bir birleşimi niteliğinde olan A Clockwork Orange (1971) 

Enfes manzaraları, muhteşem müzikleri ile tarihi filmler türünde bir başyapıt olan Barry Lyndon (1975)


Korku/gerilim türüne adım attığı ve Jack Nicholson'un müthiş oyunculuğu ile The Shining (1980)

Savaş filmlerinin en destansı başyapıtlarından, amerikan ordusuna ve vietnam savaşına sert eleştiriler yüklü Full Metal Jacket, (1987)

Erotik/dramatik sinemanın görsel başyapıtı ve son filmi Eyes Wide Shut (1999)



Kubrick yönetmenliği itibariyle oldukça kontrolcü bir yönetmendi. Neredeyse çekimlerle ilgili her şeyi kontrol ediyordu. Işık, kamera açıları, set tasarımı, makyaj, kostüm ve montaj gibi konularda çok titizdi. Bu da, sahnelerin birçok defa çekilmesini gerektiriyor ve çok uzun çekim sürelerini beraberinde getiriyordu (The shining filminde 400.000 metre film harcamış – film ortalamalarının nerdeyse 4 katı). Bir sahneyi 60 kez çekecek kadar, ”A Clockwork Orange” filminde mutfak fayanslarının rengini tek tek seçmeye varacak kadar mükemmelliyetçi bir yönetmendir.

Ancak, oyunculuk konusunda kendini hiç sıkıntıya sokmaz, oyunculara çok az karışırdı. Bir zamanlar "Oyuncu seçimi yönetmenliğin yüzde 75'idir" der.

Kubrick, en iyi yönetmen, en iyi film ve en iyi senaryo dallarında hiç oscar kazanamaz. Akademi’nin ali cenaplığı bu olsa gerek(!)

Lolita'nın çekimleri hem sansür sorunları hem de Kubrick'in Hollywood'a karşı olan kızgınlığı yüzünden ingiltere'de yapılır. Daha sonra bir çok filmini  de burada çeker. Bunlara Vietnam savaşını konu alan Full Metal Jacket filmi de dahil. Paths Of Glory Fransa’da uzun süre yasaklanır.

İrlanda'da Barry Lyndon filminin çekimleri devam ederken, Kubrick IRA'nın kendisini hedef gösterdiği yönünde raporlar alır. Filmde birçok ingiliz aktör oynuyordur ve filmde çalışanların arabalarında ingiliz plakaları bulunuyordur. Çekimleri hemen ülke dışına taşır Kubrick. Sinema’da kolay zamanlar geçirmemiştir, belki de bu zor zamanlara da çok şey borçludur, kim bilir?

Kubrick anlatsın biraz da;


"Aynı kalıba girebileceğim bir senaryo yazarı ile işbirliği yapmayı çok isterdim. 2001'i Arthur Clarke ile birlikte yazdığımızda bu olmuştu. Sinemanın asıl çelişkilerinden biri şu ki, gerçek yazarlar senaryo yazmıyorlar, yazanlar ise aynı zamanda yönetmen. O zaman da yalnız kendileri için yazıyorlar. Ben de bunu yapmayı deniyorum.''


"Kendimi biraz iz üstündeki dedektiflere benzetiyorum. Örneğin Barry Lyndon için gerek duyabileceğimiz tüm bilgileri toplayan bir katalog sistemi kurdum. O dönem tablolarını el altında bulundurmak için piyasada satılan tüm sanat kitaplarını bir araya getirdim. Giysilerin tümü bu tablolardan kopya edildi. Çekime geçmeden önce gerçek anlamda hazırlığımız bir yılı aldı. Öyle sanıyorum ki sinema, anlattığı öyküye inandırmak zorundadır.''
"Oyuncularla önce genel olarak kişilikten, sonra da çekilecek sahneden konuşuruz. O sahnedeki oyun, kişiliğin genel çizgisinden farklı olabilir çünkü. Sonra, çekim yerindeki ilk provanın zor anı gelir çatar. Bu her zaman bir sürprizdir. Konuşmaları değiştirmek, bazı düşünceleri unutmak, yenilerini bulmak gerekebilir. Ama asıl anlamıyla çekime gelince, bu bir sorun değildir. Zor olan, provalarla sahneyi istenilen kıvama getirmektir.''
"Yirminci yüzyılın insanı, bilinmeyen bir denizdeki dümensiz bir teknede başıboş, bir kenara atılmış gibidir. Yaşamın anlamsızlığı, onu kendi anlamını yaratmaya yönlendirir. Eğer bu yazılabilir ve düşünülebilirse, film de yapılabilir.''
"20. yüzyıl sanatının en büyük yanlışlarından birinin, ne pahasına olursa olsun özgün olma çabası olduğunu sanıyorum. Beethoven gibi büyük yenilikçiler bile daha önceki sanattan tümüyle koparmıyorlardı kendilerini. Yenilemek, geçmişi terk etmeden ileri gitmek olmalıdır.''


"Melodram, sonuç olarak dünyanın âdil bir yer olduğunu göstermek için size, başkişileri etkileyen tüm sorunları ve felaketleri sergiler. Trajedi ise, yaşamı melodramdan daha dürüst ve gerçeğe yakın bir biçimde sunmayı dener ve insanda bir pişmanlık, bir üzüntü duygusu bırakır.

Stanley Kubrick “Tanrının Kamerası” olarak bilinir. Peter Sellers’a Kubrick sorulduğunda cevabı dudak uçuklatan cinstendir, “Kubrick is God!”. Şaşırtıcı değil mi? Ancak bununla da yetinmezler, Kubrick hakkında bir de fıkra vardır
Steven spielberg ölür ve sorgucu meleğin karşısına çıkar. Melek Spielberg’in  amel defterine bakar ve “Bayım sizi cehenneme alıyoruz” der. Spielberg şaşırır “ Efendim nasıl olur? Ben hayatım boyunca insanların mutluluğu için çaba verdim, muhtaç olan herkese elimden geldiğince yardım ettim, üstelik dindar da sayılırım. Cennete gitmem gerekmez mi? “ diye itiraz eder. Melek “Bayım haklısınız, güzel bi insanmışsınız ama siz yönetmensiniz. Yönetmeliğe göre bütün rejisörler cehenneme gitmek zorunda”diye cevaplar.

Steven çaresiz kaderine razı olur “Bir ricam olacak; ben hep cenneti merak etmişimdir, kafamı uzatıp bir bakabilir miyim” der. Melek dayanamaz bu acıklı tabloya ve “Buyrun, bi göz atabilirsiniz ama içeri girmek yok” der. Yönetmen cennetin kapısından içeri bir bakar ki Kubrick binmiş bir bisiklete geziyor, hışımla meleğe döner “Kardeşim hani tüm yönetmenler cehennemdeydi? Adam resmen burda işte” diye bağırır.
Melek içeri bakar, Kubrick’i görür ve “Yanılıyorsunuz beyefendi, o yönetmen değil tanrının ta kendisidir” der.

Not : Jean Rostard “Bazı sözler o denli benzersiz bir etki bırakır ki, insanda söylenecek başka söz kalmadığı duygusunu uyandırır” demiştir. Stanley Kubrick yazımın temelinin bir kısmı da buraya dayanır. Zira büyük beğeni ile takip ettiğim “Ekşisözlük” yazarlarının “Stanley Kubrick” hakkında verdiği bilgileri sık sık kullandım. Kendilerine teşekkürü borç bilirim.

Bunun yanında Stanley Kubrick filmleri ile ilgili en büyük çalışmalardan birisi http://saniyede24kare.tumblr.com/ sitesinde yapılmaktadır. Muhakkak takip ediniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder