Yaşanılan hayatın kimin için yaşanıldığı sorusu?
Cevap bulacaktı soru soran.
Arkasında duran hayatında, yaşadıklarının kör noktalarına eğilmeliydi. Şüpheler, korkular, umutlar, kırıklıklar kimin eseriydi? Ve yaşanılan hayat ne kadar arzulanmıştı? Arzulandıysa kimin tarafından ve arzulandıysa ne kadar?
Dünyasında bu kadar yalnızlığa düşmesi için gerekli olan, bu sığ insanlar kalabalığı mıydı?
Ne alabildiğine bakmalı, ne verebildiğini anlamalı, sonuçta kimin için yaşadığını bulmalıydı umuda yanan.
Gerçekler can yakardı, yakmalıydı.
Acı ve buruk tadı almak istercesine parmağıyla şöyle bir yokladı geçmişi. Parmak tekrar ağzına geldiğinde acı ve burukluk beklerken keskin bir acıyla karşılaştı. Keskin acı pişmanlık da barındırıyordu içinde. Bir süre yoğun yaşamak istedi pişmanlığını. Dinledi başka hiçbir şeye dikkat etmeden.
Pişmanlıklarını süzüyordu geçmişinin içinden ve arama tasına bırakıyordu tek tek, ince ince…
Hayata meydan okunmalıydı ama hayat kimin suçuydu?
Boş verilen, bakir hayat herkesin düşmanıydı. Çünkü saldıracakları tek kule oradaydı.
Saldıracaklardı çünkü hayat güçsüzdü, saldıracaklardı çünkü dilsizdi.
Garip bir kendini beğenme, suç mahalinde ki delilleri yok etme psikolojisi, hayata yüklenen tüm suçlar… Ve tam orta yerde duran yıkılmış, yakılmış yaşamlar kendi elleriyle… Başkalarından alınanlar, taklitler, mecburiyetler, teslim olmalar, silahsız bırakılmalar.
Tek suçlu ise hayat. Hiç adil değil adil olmamalı da…
Ne hikmettir ki tüm bunlar arasında kirli parıltılar arasında yükselen insanoğlu.
Garip bir istihza, iğrenilecek kadar keşmekeş, üç perdelik bir drama. Geçmiş, şimdi, gelecek…
Kitap karıştırırken rastladığı cümlelerden bir tanesi geldi aklına.
Yanılmıyorsa, yanılmamalıydı.
Oscar Wilde’nin bir lafıydı beyninde zonklayan…..
“ Güzel bedenler için zevk, güzel ruhlar için ıstırap gerektir.” Öyleydi.
Cevap bulacaktı soru soran.
Arkasında duran hayatında, yaşadıklarının kör noktalarına eğilmeliydi. Şüpheler, korkular, umutlar, kırıklıklar kimin eseriydi? Ve yaşanılan hayat ne kadar arzulanmıştı? Arzulandıysa kimin tarafından ve arzulandıysa ne kadar?
Dünyasında bu kadar yalnızlığa düşmesi için gerekli olan, bu sığ insanlar kalabalığı mıydı?
Ne alabildiğine bakmalı, ne verebildiğini anlamalı, sonuçta kimin için yaşadığını bulmalıydı umuda yanan.
Gerçekler can yakardı, yakmalıydı.
Acı ve buruk tadı almak istercesine parmağıyla şöyle bir yokladı geçmişi. Parmak tekrar ağzına geldiğinde acı ve burukluk beklerken keskin bir acıyla karşılaştı. Keskin acı pişmanlık da barındırıyordu içinde. Bir süre yoğun yaşamak istedi pişmanlığını. Dinledi başka hiçbir şeye dikkat etmeden.
Pişmanlıklarını süzüyordu geçmişinin içinden ve arama tasına bırakıyordu tek tek, ince ince…
Hayata meydan okunmalıydı ama hayat kimin suçuydu?
Boş verilen, bakir hayat herkesin düşmanıydı. Çünkü saldıracakları tek kule oradaydı.
Saldıracaklardı çünkü hayat güçsüzdü, saldıracaklardı çünkü dilsizdi.
Garip bir kendini beğenme, suç mahalinde ki delilleri yok etme psikolojisi, hayata yüklenen tüm suçlar… Ve tam orta yerde duran yıkılmış, yakılmış yaşamlar kendi elleriyle… Başkalarından alınanlar, taklitler, mecburiyetler, teslim olmalar, silahsız bırakılmalar.
Tek suçlu ise hayat. Hiç adil değil adil olmamalı da…
Ne hikmettir ki tüm bunlar arasında kirli parıltılar arasında yükselen insanoğlu.
Garip bir istihza, iğrenilecek kadar keşmekeş, üç perdelik bir drama. Geçmiş, şimdi, gelecek…
Kitap karıştırırken rastladığı cümlelerden bir tanesi geldi aklına.
Yanılmıyorsa, yanılmamalıydı.
Oscar Wilde’nin bir lafıydı beyninde zonklayan…..
“ Güzel bedenler için zevk, güzel ruhlar için ıstırap gerektir.” Öyleydi.
Ne kadar solumalı ıstırabı, belki de gerektiğinden fazla. Düşündü çekilen her ıstırap kendi yaşamışlığımıza katkı yapacak aslında. Reddedileceğiz, hor görüleceğiz, terk edileceğiz, deli diye gösterileceğiz. Ama bileceğiz.
Kendi hak ettiğimiz ve kendimizin istediği yaşamı yaşayacağız.
İşte o zaman çok sevineceğiz.
Bizim arzulamadığımız bir yaşamı yaşıyoruz diye ne suçu olur hayatın.
Ey düşünmeden yaşayanlar, anlayın…
Çünkü bu haykırış değildir, yüz bıçak darbesine esir olan... Esir olanlar kalsın kendi yurtlarında.
Masalsı kahramanlar beklesinler, devam etsinler, beklemekteler çünkü…
Ne denirse katlanılmalı bu uğurda. Kaç engel geçilecekse geçilmeli ve bilinmeli insanlık ancak o zaman erişecektir huzura. Herkes kendi hayatını yaşadığında.
Bilinmeli ki; gerçek suçlular, sahte kahramanlardan daha kötü değildir ama gerçek suçluları yanı başında görmek isteyen kim?
Gidip gelmeler ve köşeleri dönmelerle dolu yaşanılanlar. Ve acı sonuç, hüzünle karışık; unutulmak.
Korkuların kraliçesi, unutulmak. Hatırlamak, kimin umurunda. Garip, bir o kadar gerçek bu megalomanya. Sonuçsuz kalan umutların dirilmesi sanki hatırlanmayla mümkün.
Yanlışa giden yol. Unutulmak beklenmekten daha kötü değildir. Umudun boşa çıkışı, iki taraf için aynı.
Nasıl baktığın önemli. Yine garip bir istihza, insan tarafından yaratılan.
Kendine başkasının gözünde bakmak önemli ama vicdan müessesesi nasıl ve nerde kullanılacak bu daha da önemli.
Vicdanı yakından hissetmek; ürpertici.
Kendisiyle baş başa kalabilmeli başarmak isteyen.
Ama cesur olamayanların katlanamayacakları bir yük.
Vicdanı iki taraflı çalıştırmak.
Cesur olanların yükü omuzlarında, ama adres hiç de belirgin değil.
Herkes kendi adresini belirlemeli.
Başkasının gösterdiği yol, hele hele vicdan için hiç de geçerli bir yol değil. Belki de arkası uçurum.
İşte salt niyetle aşılamayacak bir problem daha ve devam etmek için alınan kararın önemi.
Vicdanı yakından hissetmek; yaşanılan yaşamın kaba konmuş, dondurulmuş hali.
Göz lazım görebilmek için. His lazım hissedebilmek için. Velhasıl beş duyuya en çok ihtiyaç duyulan an. Vicdanı yakından hissetmek. Çok fazla söylenecek sözün olmaması, vicdanın kör noktası.
Daha sonra, en sonra çok daha fazla soruyla eğilmeli vicdana. Bu yazının da bir vicdanı olmalı çünkü.
Yazanın var, bilinmeli en azından…
Şimdi ilerlemeli aramanın daha uç noktalarına diye düşündü.
Aşamalar dolusu yanılmaların kucağına düşmeden ilerlemeli yolunda.
Kendi yaşamını isteyen kendi yaşamını nasıl yaşayacaktı bilmeliydi.
Hür olmalıydı, bilmeliydi istemediğini, sevmeliydi kendi kararını…
Hür olmak ama nasıl? Hür olmanın ilk şartı belki de çok fazla şikayetçi olmamak.
Barışık olmak kendiyle, hayatla, kaderle. Arabesk yaşamamak velhasıl.
Kaderin kahpeliğine dem vuranlar bir baksalar kendi yaşamamışlıklarına, feleğin çemberinden geçenler dönekliklerinin hesabını verseler ya o zaman. Hayat yine bana yalan söyledi diyenler,
sorun kendinize siz ne zaman doğruyu söylediniz özünüze kendinize.
Suçlu bulmanın bu derece kolay olduğu yerde, doğruları bulmak da o derece zor.
Nasıl hür kalacağız ya da hür olmayı nasıl başaracağız?
Verilecek ilk cevap, barışmak yaşamla. Hür olmanın anahtarı bu kadar yakında…
Gurur hür olmanın broşu adeta. Gurur aptalların silahı gibi gösterilse de asillerin bir buket gülü.
Asla silah değil, en fazla zırh, benliksizlere karşı gurur. Yenilmeye gidilen yolda hür olma amacının ateşlenmesi ve gurur, Asil duygunun ortaya çıkışı.
Bu kadar kolay mı bu tasvir? Aslında bu kadar kolay.
“Acı akıllı adamların hocasıdır” demiş Lord Byron.
Acının ilhamını gurur vermeli o zaman. Gurursuzlar acı çekmeyi bilmezler. Gururunu ayakta tutan hür olmalı.
Gururla beslenenler her şeye rağmen elde edecekleri bir şey aramazlar. Elde edeceklerine inandıkları uğrunda savaşırlar. İnandığı uğurda yaşamak için savaşan, senden daha hür kim var ki?
Cesaret bilgeliğin el feneri. Hür olma isteğine koşar adım yol almak.
Cesaret ne kadar karışık olsa da, çözmeyi bilmek önemli. Cesur kalmak ve ne zaman harekete geçeceğini bilmek, püf nokta. Her hareket sonuca ulaşmaz. Her cesurluk gösterisi de amaca ulaşmaz.
O yüzdendir ki bu kadar keşmekeş yaşamak.
Kolay olsa bu kadar lezzetli olmazdı. Cervantes’den bir söz cesaretin anlamıyla ilgili.
“ Arkadaşını kaybeden çok zarar eder,
servetini kaybeden daha çok zarar eder.
Ama cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiş demektir.”
Cesareti kaybetmemek önemli. Ne zaman cesur olacağına karar vermek de bir o kadar önemli.
Anlaşılması gereken şu. Terimler yalnız çocukları bu dünyanın.
Anlam verecek olan ya da yitirecek olan insan. Barışık olmak, gurur ve cesaret.
Sözlüklerde güzel dursalar dahi, yaşama işlediklerinde manalı.
Manalı olan, güzel olandan daha çok tercih edilmeli.
Yaşamalı, hür olarak yaşamalı.
Anahtarlar çok da uzakta olmasa gerek.
Bilinmeli ki yaşam, nüktedandır.
Anlamlı espriyi yaptıracak olan insanoğlu ise anlamsızın suçu, yaşamın olmamalı gerek.
Yaşamalı kendi hayatımızı, yaşamalı ki bulabilmeli sorulara cevap.
Yaşamalı kendi hayatımızı, yaşamalı ki aramanın anlamı olsun. Yaşamalı kendi hayatımızı, yaşamalı ki sadece yazılanlar güzel kalmasın, manalı da olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder