Düzenin Yabancılaşması tam anlamıyla şoke edici bir kitap. Alabildiğine derin, alabildiğine birikimli ve vurabildiğine kadar da sert. İlk kez yayınlandığı 1969 yılında bütün siyasi kavramları alt üst eden ve şok etkisi yaratan "Düzenin Yabancılaşması" ilerici-gerici, sağ-sol denklemlerinin yerlerini değiştirmişti. Aradan geçen 45 yıla rağmen fikirleri hala taze kalan Küçükömer ciddi bir övgüyü hakediyor.
1. Bölümde "Türkiye Batılılaşamaz" diyerek dünyadaki ekonomik devinimin ana hatları üzerine bir kavram haritası oluşturan Küçükömer batı kapitalizminin doğuşunu ve aşamalarını büyük bir akıcılıkla gözler önüne seriyor. Bu bölümün konusu tamamen "Batı"
2. Bölümde "Osmanlılarda Kapitalist Düzene Neden Geçilmedi" sorusuna cevap veriliyor ve bu sefer Osmanlı ekonomi kültürünün farklılığı üzerine hararetli bir harita çiziliyor. Şaşırtıcı bir biçimde farklı bir bakış açısı sunuluyor bu bölümde.
3. Bölüm, "Ortanın Solunda Paşalar ve Abdulhamit", 4. Bölüm "Son Bürokratik Paşa'ya Sorular ve Stratejik İpuçları", 5. Bölüm "Sonuç, 6. Bölüm " Düzenin Yabancılaşması'na Giden Yolda İlk Ürünler, şeklinde devam ediyor.
Kitabı anlatabilmek ne mümkün! Muhakkak okunması gereken, her zaman baş köşede durması gereken bir kitap. Açıkcası Yücel Yalman kitap ve İdris Küçükömer üzerine o kadar harikulade bir önsöz yazmış ki, onu yazmak en azından şimdilik yeterli diye düşünüyorum.
Ölümünden neredeyse çeyrek asır geçti... Hala hiç dokunulmamış kadar taze Küçükömer düşüncesi.
Türkiye'nin tartışma gündemini, başka alanlarda olduğu gibi Türkiye'de yaşayanlar ve Türkiye'nin hakikatleri oluşturmuyor. Düşünce hayatının en başında bulunması gereken en önemli konular, hatta Türkiye'nin baş sorunu, en diplere itilerek, hatta gizlenerek sözde "çoğulcu" yapı varmışçasına, monolitik, merkeziyetçi, dolayısıyla kendi içinde demokrat olamayan, "bölünmüşlük ve farklılaşmışlık" ve "çok seslilikten çıkan uyum" içermeyen iradeler Türkiye'de karar verici hale geliyor. Bu durum toplumu daha da içbükeyleştirerek despotik bir yönetime itiyor... Sözde örgütlü milyonlarca insan, çeşitli parti(!)lere ayrışmış gibi gözükerek farklı fikirleri tartışıyormuş gibi yapıyorlar... Bu durum üniversitelerden de böyle. Toplumun tümü aynı türdeşlikten öte yanı makamda, aynı vurgularla söylüyorlar. Sanki karbon kağıdı ile çoğlatılmış kopyalar. Küçükömer de, iki yüz yıldır düşünmeden, sorgulamadan, çalınan ve uygulanan "batılaşma" denilen ve sadece rasyonel olana gıpta etmek anlamındaki bu uygulamalara "Düzenin Yabancılaşması" dememiş miydi? Bu yüzeysellik Küçükömer'i her seçim sonrasında CHP'nin aldığı yenilgilerden sonra "Türkiye'nin solcuları gericidir, sağcıları ilericidir" diye formüle ederek kolayca hatırlama ilkelliğinden de ortaya çıkmıyor mu?
İdris Küçükömer salt bunu mu söyledi?
Konu üzerinde tartışanlar ve Küçükömer düşüncesini bu biçimde bir sığlığa dönüştürerek hatırlayanlar, anaları tarafından Türkiye'yi yönetmek için doğurulmuş Ankara'nın sahibi olduğunu sananlardır. Bunların komünisti, liberali, müslümanı, faşisti arasında ciddi bir kalite farkı yoktur.
Bilim, siyaset, ekonomi, toplumsal ilişkiler, basın, sendikacılık, kültür, sanat vs.nin tümü benzer nitelikte bir yaklaşımla tartışma gündeminde yer alır. Yani bir nevi Ergenekon bakışı her yerde ve her alanda tanıdık ve bildik jakoben bir bakış açısıdır. Çünkü toplumdaki bu işlevlerin her biri "insan"sız, "birey"siz ve yani sonuçta "halksız"dır... Yani devlet ve hukuk sistemi ve "insana rağmen"dir...
Çuvala Sığmayan Mızrak
2000'li yılların başından beri de bu mızrak artık çuvala sığımıyor. Şu günlerde yaşananlar "demokratikleştiğini sanan" suni bir düşünce hayatı, Türkiye'nin gündemini insana keyif verecek bir biçimde işgal ediyor.
Yasal ortamın "demokratikleşme" için engel çıkartmayacağı hukuk koşullarının hazırlanması sonrasında bir insanın "teba" olmaktan çıkarak, global ölçekte tanımlananan haklarını savunan ve bu hakları geliştiren tanımlı bir "birey" olmanın şartları nasıl başarılacak sorusu hiç gündeme gelmiyor.... Bu açıdan bakılınca Türklerin de Kürtlerin de kaderinin bir "kurtarıcı"ya havale edilmiş olmasının hüzün verici sefaleti, hissediliyor ama gündemde hiç gözükmüyor...
...
Değişik renklerdeki her tür jakoben her an vatanın tehlikelerden (kendi halkından) kurtulmasının sorumluluğunu duydu ve sürekli tetikte ve hazırlıkta oldu. Merkeziyetçi anti-demokrat bürokratların şiddetli itirazının sebebi işte bu ikiyüzyıllık iktidarın ellerinden alınmasıydı... "İslamcı doğucu halk" adına iktidar olanlar da bu itirazı çok önemsemiyorlar, ilerde sinirler yatışınca, nasıl olsa bürokratlarla "halka rağmen"lik ve "merkezi-anti-demokrat yapı"nın niteliklerini koruma konusunda ortak bir noktada aralarında uzlaşma doğacağına inanıyorlardı. Dolmabahçe buluşmasının başka bir izahı olabilir miydii?
....
Seçim kazanan "İslamcı Doğucu Halk" ve onun siyasi iradesini temsil edenler, toplumun daha fazla sivilleşmesinden uzun dönemde karlı çıkarlar. Onlar "batıcı, laik merkeziyetçi ve anti-demokratik güçler"i iktidardan uzaklaştırıp yerine kendilerini merkeziyetçi güç yerine koyarak toplumu demokratikleştiremeyeceklerini çok iyi kavramak zorundadırlar. Her konuda oportinistlik yapılabilir ama iktidar ve ona vergisiyle kaynaklık eden birey arasında oportinistlik yapılamaz. Zaten toplumun yapısı bu sonuçları doğurmaya uygun bir özellik taşıyor. İnsanların birisinin boyunduruğunda "teba" olmayı kabullenme nitelikleri adeta biyolojik bir özellik gibi. Bu yüzden nüfusun üçte biri "memur" olmak, üçte biri "militan" olmak, üçte biri de "mürit" olmak için can atıyor.
...
İşte 1968'lerde bu gerçekleri görerek çok erken konuşan ileri görüşlü Küçükömer, 2000'li yılların başında yeni boyutlar açacak "sivilleşmeyi" derinleştirecek biçimde yeniden gündeme geliyor... Şimdi "demokratikleşme"yi, "katılımcılık"ı, "şeffaflaşma"yı, "verdiği verginin hesabını sorma"yı tartışmanın tam zamanı. Rahmetli zaten "Ben rasyonaliteyi temsil etmeye ve söylemeye çalışıyorum, benden kaçarak kurtuluş olmaz. Gittiğiniz her yere beyninizi götürüyorsunuz. Hepiniz bir bir rasyonel olana geleceksiniz" derdi
Bunun yanında kitap ile ilgili uzunca bir değerlendirmeye de rastladım ki, bu değerlendirmeyi sizlere sunmamak benim açımdan doğru olmayacaktı. "İdris Küçükömer Yaşıyor mu Hala?" adlı makale mutlaka okunması gereken makale. Yeniyol dergisinin Yaz 2007 sayısında yayımlanan aynı adlı
makalenin kısaltılmış bir versiyonu var paylaşımda Aynı makale daha sonra Masis
Kürkçügil’in Tarih ve Siyaset Sarkacında adlı kitabında da yer almıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder